Theos

4.5 milyar yıl önce..

Theos, 60'lı yaşlarına merdiven dayamış emeklilik günlerini yaşayan bir fizik profesörüydü. Emekliliğine rağmen mesleğinden hiç kopmamış, yayınları takip etmiş ve ölmeden önce en azından bir miras bırakma hevesindeydi. Çalıştığı zamanlarda bunun için pek vakit bulamamıştı ama artık bolca vakti vardı..

Gençliğinde dolu dolu bir aşk hayatı yaşamasına rağmen evlenmeyi hiç düşünmemişti Theos. Ona göre; aklı selim bir insan kendisi için bile çok fazla bir yük iken ikinci bir kişi ölümüne kadar onun için taşıyamayacağı ikinci bir yük olacaktı. Yalnızlığından ötürü zamanını kendi istediği gibi planlar; şehirde ışıklar söndüğü zaman kendisini verimli hisseder ve çoğunlukla gecenin geç saatlerinde yatağına giderdi. Çok sesli gündüzü herkes paylaşıyorken, sessiz gecelerin kendisine kalması onu mutlu ediyordu..

Bir gün, emekliliğinden bu yana hiç alışık olmadığı şekilde erken kalktı.. Zamanının çoğunu geceleri geçirdiği için erken kalkmayı hiç sevmez, kalktığı zaman da sinirli haliyle bilinir ve pek yanaşılmazdı.. Fakat, bugün tarif edemediği şekilde çok zinde ve mutlu hissediyordu.. Keyifle hazırladığı kahvaltısını yaptı ve sonrasında her zaman ki gibi dışarıya bakan penceresi önündeki kısa kadife koltuğuna oturup, gazetesini okudu ve kahvesini yudumladı.. Gündüz rutinlerinden sonra yalnızlığını hisseder ve arkadaş arar olurdu.. Evin içinde biraz oyalandıktan sonra canının sıkıldığını farketti.. Tanıdık birilerini görmek umuduyla camdan dışarı baktıktan sonra bu yağmurda birilerini görmek zor olur diye düşündü.. Enerjisini kaybetmeden bir şeyler yapmak istiyordu ve uzun zamandır tek motivasyonu olan, fakat bir türlü başlayamadığı projesi geldi aklına.. Tam sıkılmaya başlamışken bu anımsama onu heyecanlandırmış ve mutlu etmişti, hemen hızlı hareketlerle beyaz önlüğünü giyindi, diğer hazırlıklarını yaptı ve kendi için bodrum kata hazırladığı, bir bakıma oyun alanı olan ufak laboratuvarına indi..

Gerçekleştirme hayaliyle yanıp tutuştuğu projesine "Dünya" ismini vermişti.. 

Daha önceleri dünya ile ilgili projenin ilk taslaklarında hangi malzemelerin lazım olacağını aşağı yukarı belli etmiş ve tez canlılık yaparak zamanında hepsinden bolca almıştı.. Tek yapması gereken bunları uygun bir şekilde bir araya getirmek ve dünyayı yaratmaktı.. İlk bir kaç denemesi biraz başarısız gitse de; kimi çok sıcak, kimi çok soğuk, kimisi de sadece gazdan veya tozdan ibaret dünya benzeri bir kaç benzer yuvarlak oluşmuştu.. Bunlara daha sonra tek tek isimler veririm, şimdilik gezegenler diyelim dedi.. İlk deneme tutmasa da durumdan mutsuz değildi, hem fena mı oldu dünyaya arkadaş olurlar diye düşündü. Yalnızlığın nasıl bişey olduğunu en iyi bilenlerdendi.. 

Bir kaç deneme sonra ise mavi havası, mavi denizleri ve makul ölçüde toprağıyla dünyayı oluşturmuştu. En sevdiği renk maviydi ve dünyaya çok yakıştığını düşündü.. Havası biraz kirliydi ama olsun zamanla düzelirdi.. Mola verdi ve sigarasını bitirip bodruma döndüğünde dünya'ya tekrar şöyle bir uzaktan bakıp kendisiyle gurur duydu, "güzel iş" dedi.. Aslında daha çok planı vardı ama devam edecek kadar genç değildi, dinlenmeliyim diye düşündü.. 

Zaman ilerliyor, üşengeç halini atmayı beklerken arada bir bodrum kata inip dünyaya bakıyor, hoşuna gidiyor ama "çok boş oldu böyle" diyordu kendi kendine.. Bir gün yukarıdan biraz tohum attı ve bitkiler oluştu, ağaçlar filizlendi.. Bu yeşil hali güzel olmuştu diye düşünürken biraz sonra hesapta olmayan bir şeyi farketti; dünyadan biraz daha önce oluşturduğu güneşin vurmasıyla bazı bitkiler farklı renklere bürünmüştü.. "Canlılık geldi" diye düşündü ve nasıl böyle renklendiğini tam olarak bilemese de bir kez daha gurur duydu kendisiyle..

Günler günleri izliyor dünyada her şey yerli yerinde duruyordu; volkanlar patlıyor, depremler oluyor ve yeni bitkiler filizleniyordu.. 

Sıkıldığı zamanlardan birindeydi yine.. Çok eski zamanlarda annesinin ondan evlenmesini ve çocuk beklediği zamanlarında söylediği "ortalıkta koşturan bişeyler olsun, neşe katar eve" sözünü hatırladı. Bunu hareketli canlılar olarak taslak etmişti ve dünyaya uygulayarak hayvanları yarattı.. Dünya üzerinde birden sağa sola koşturan, uçuşan irili ufaklı canlılar oluşmuştu.. Dünyayı hunharca kullanıyor fakat doğa kanunlarına karşı gelmiyorlardı. Bu kurallar ile yaşıyor, olanı ihtiyaçları kadar kullanıyor ve adil sayılırlardı. Bu hallerini sevmişti fakat bir süre sonra beklediği olmuş ve bir şekilde! hayvanların daha akıllıları türemişti..

"Bir şey ne zaman değişir ve doğası başkalaşırsa, o anda önceden ne var idiyse, onun ölümü gelir."
(Lecretius)

Bu yeni türe insan adını verdi.. Hayvanlar kadar hunhar değillerdi ama doğanın kanunlarında yaşamayı da kabul etmiyorlardı.. Hayvanların çoğalması hiçbir zaman sorun olmamışken insanlar çoğaldıkça kontrolünü kaybeder bir hal almıştı.. Başta sadece doğa ile anlaşıp barış halinde yaşamalarını düşündüğü insanlar, düşünmeye ve akıllanmaya başladıkça hayvanlardan farklı davranmış; hem doğanın hem de barışın düşmanı olmuştu..

İnsanların bir bölümü kendilerine sınır çiziyor, burası benim diyor ve sınırları uğruna diğerleriyle savaşlar yapıyordu. Aradan yıllar geçiyor, mülkiyet uğruna yapılan bu aptalca savaşlar gelecek nesillere kahramanlık ve milliyetçilik duygularıyla aşılanıyordu.. Sonradan gelenler de sınırların insanın ilk varlığından itibaren falan olduğunu ve buna bağlı kalmaları gerektiğini düşünüyorlar sanırım.. Kendi yarattıkları o sınırlar ile Theos'un yarattığı "herkes için özgür dünya topraklarında" birbirlerinin haklarını ve hareketlerini kısıtladıklarının farkında bile değildiiler artık. Hatta çoktan birçokları kaptıkları topraklara kendi bayraklarını asmıştı bile.. Kısa süre önce beraber yaşayan dost olan bu insanlar; sınırlar, bayraklar ve kendilerine yüklenen gereksiz milli tanımlar ile düşman olmuşlar ve birbirlerini öldürür haldeydiler..

Milliyetçiliğin yarattığı dünyada içi en boş şeylerden biri olduğunu düşündü ve buna müdahil olamamanın mutsuzluğunu yaşadı.. 

"Milliyetçilik çocuksu bir hastalık. İnsanlığın kızamığı."

(Albert Einstein)

Theos'u ilk başlarda güldüren fakat zaman geçtikçe kızdıran bir grup daha vardı. Kendilerine dindarlar, tanrının hizmetkarları diyorlardı ama milliyetçilikte olduğu gibi bunun da büyük bir müsibet olduğunun farkında değildi insanlar. İlk başlarda dinleri için sadece yalan hikayeler ve vaadler uydursalar da zamanla inandıkları tanrılar adına kurallar koymaya da başlamışlardı. Buraya kadar çok da sorun değildi fakat daha ileri gidip inandıkları tanrı uğruna tanrının yarattığı diğer insanları çeşitli bahanelerle öldürmeye başlamaları Theos'un canını çok sıkıyordu.. Üstelik kendilerinden ölenlere şehit adını verip, cennetin anahtarının da ellerine tutuşturulacağını söylüyorlardı.. 

Dinin dünyada üzerindeki en büyük ironi ve gelişimindeki en büyük engel olduğunu düşündü..

"Bütün bunlar tanrılıktan ne kadar uzak, tanrıların dünyasına ne kadar aykırı"

(Lucretius)

Tekrar yukarıya çıktı, koltuğuna oturdu ve en masumları bebekler diye düşündü.. Akıllarına milliyetçilik veya din dedikleri saçmalıkları sokana kadar bu güzel dünyanın keyfini çıkartıyorlar ve her şeyden keyif alıp sürekli gülüyorlar diye düşündü.. Bu biraz neşesini yerine getirmişti ki, şimdinin bebeklerinin de kısa süre içerisinde okul sıralarında ne olduğunu bilmedikleri milliyetçilik yeminleri edeceğini ve bağnaz dini öğretilerle hayatlarının zindan edileceğini düşününce tekrar canı sıkıldı..

Projesini gerçekleştirmiş ve fiziken başarılı da olmuştu. Fakat ilerleyen zamanda dünya hiç hayal ettiği gibi güzel bi yer olmamıştı. Onun yarattığı topraklarda insanların yarısı mutlu olsa bile, önemli olan mutsuz olan diğer yarısıydı.. 

Mirasıyla gurur duymuyordu artık.. ve Yarattığı şeyden kimsenin haberi olmamasına rağmen kendi utancından kimseyle görüşmez olmuştu Theos.. Bu yalnızlık ve mutsuzluğu sadece sigara ve alkolü ile unutabiliyor fakat onu da yaşının kaldıramayacağı derecede kullanmaya başlamıştı.. 

Artık ciğerleri tükenmişti ve yine bir gece bodrumunda, sevdiği koltuğunda dünyayı izlerken ebediyen gözlerini yumdu Theos. 

Yarattığı dünyanın da çoktan çivisi çıkmıştı..




Yorumlar