Sporun İçinde Kalamamak

Ülkemizde birlik ve beraberliğin sağlandığı, hep birlikte heyecanlandığımız, desteklediğimiz, güldüğümüz ve ya üzüntüsünü paylaştığımız işlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor;

Milli Takımın 3. olduğu 2002 Dünya Kupası çeyrek finali İlhan Mansız'ın attığı golde kimisi mesaide, kimisi okulda hep beraber GOL! diye ayağa fırlarken,

2004 Eurovision'da hep beraber yarım yamalak İngilizcemizle Sertap Erener'in şarkısına eşlik etmeye çalıştık.

2008'de Nihat Kahveci Çek kaleci Cech'i uzaklardan avladığında yine GOL! diye inlettik evlerimizi.

ve 2010 yazında futbol tabanlı ülke bir anda basketbol cennetine dönüşmüştü. Dünya şampiyonası finalinde Amerika'ya kaybedene kadar herkes televizyonunun başında her bir maçı heyecanla takip ediyor, kimi basketlere heyecandan gol diye seviniyordu güzel insanımız.


Birlik beraberliğin tavan yaptığı bu anlardan 3'ünün spor, 2'sinin futbol olması bu işleri aslında ne kadar da sevdiğimizi ve keyif aldığımızı gösteriyor. Hatta fanatizmi dışarıda bırakıp takım bazına inersek ortak futbol sevinçlerimiz o kadar fazla ki..

Hal böyleyken; spor izlemeyi seven ve futbola bu kadar aşık bir ülke nasıl oluyor da, bu işi bu kadar nefret aletine dönüştürebiliyoruz anlamak gerçekten zor..

Daha yakın geçmişte bir çırpıda aklıma gelen bir çok olay var;

- İstanbul'da Leeds ve Kızılyıldız taraftarlarının öldürülmesi
- 20 yaşında bir Fenerbahçe taraftarının metrobüste bıçaklanarak öldürülmesi
- Klasikleşen Bursa-Beşiktaş, Fenerbahçe-Trabzon kavgaları
- Trabzon deplasmanında Burak Yılmaz'ın suratına çakı atılması
- Polis otosunu ters çevirip benzin istasyonu yakınında ateşe verenler
- Birbirinin kulüp mağazasına saldıranlar
- Fenerbahçe takım otobüsüne yapılan silahlı saldırı

Bu futbol dediğimiz güzel oyun; özünde bir spor ve bunu bir eğlence aracı olarak görüp, insani bir şekilde izlememiz gerekirken uçsuz bucaksız fanatizmle harmanlı cehaletten dolayı suç mahalli halini almış durumda..

Bunu sağlayan da aslında futbolla ilgisi olmayan ensesi kalınların kendi menfaatleri için ısrarla futbol tepelerinden inmemeleri. Her biri aslında kendi işlerinin peşinden koştururken; suni, fanatizmi körükleyen mesajlarla da taraftarı meşgul ediyorlar.

Keza spor programları da öyle, neredeyse tamamının amacı eyyama yönelik, hiçbir artı katkı vermeyen, çeşitli maymunluk ve asparagas peşinde olan bir yığın yaşı 50'nin üzerinde insan.. Utanmadan sıkılmadan..

Daha öncelerine pek yetişemesem de Aziz Yıldırım örneğini başından beri yaşıyorum. Yaptığı tesisleşme hamlelerini hepiniz gıpta ile izlerken, bir yandan Fenerbahçe'yi ötekileştirmeyi seçti ve bu zamanla nefret olarak döndü. Peşinden malum bir çok kin, nefret dolu popülist söylemler..

Keza, İbrahim Hacıosmanoğlu gibi futbolla alakası olmayan, o koltukta hangi amaçla oturduğu belli olmayan bir adam..

Son yaşanan olayda Aziz Yıldırım'ın ötekileştiren söylemlerinin, Hacıosmanoğlu'nun mafyavari tavrının payının olmadığını kim söyleyebilir.

Bir de Yıldırım Demirören belası var ki; belki de Türk futbolunda gelmiş geçmiş, tüm kesim tarafından sevilmeyen, en saygı duyulmayan insan.. Hala o koltukta hangi güçlerin yardımıyla oturduğu belli olmayan, gram katkısız bir işe yaramazlık abidesi..

Asıl işi futbol olmayan bu adamlar kriz anlarında ise tam olarak şu şekilde patlıyor;

"Biz beyazken bize zenci muamelesi yapılıyor, ayrımcılık yapılıyor." - Mahmut Uslu

Demezler mi; be adam senin takımının aracına ölümüne ateş açılmış sen daha ne zencisinden beyazından bahsediyorsun. Ne alakası var? Benzetme yapacaksan da bu mu kullanılır? Hadi bunu kullandın diyelim, yüzünde mi kızar mıyor? Senin etrafındaki insanlar yapmadı mı bu ayrımcılığı, biz cumhuriyetiz diye ortalarda dolaşan siz değil miydiniz?

Aklı selim, sporu gerçekten spor gibi takip eden taraftarın vay haline..

Bir de merak ediyorum Fenerbahçe'ye yapılan saldırıyı gerçekleştiren sözde futbol taraftarları, sporla nasıl bağdaştırıyorlar acaba kendilerini?

Muhtemelen aynaya baktığında sırtında forması, boynunda atkısıyla iyi bir taraftar olduğunu düşünüyor ve tabii bunun da sorumluluklarının olduğunu geçiriyordur aklından.. Takımı sahiplenmek, söz dahi söyletmemek, bunu bir dini inanış gibi yaşamak gibi..

Son yaşanan bu adam öldürme teşebbüsünden sonra Demirören öncülüğündeki federasyon "ne şiş yansın ne kebap" diyerek; ligleri 1 hafta ileri attı ve bu pisliğin üstünü ekonomik olarak en az kayıpla geçmeyi tercih etti.

Merak ediyorum; o şöför ölseydi karar ne olacaktı? O otobüs bir yerlere sürüklenseydi de o futbolculara zarar gelse karar ne olacaktı?

Şans eseri bunlar gerçekleşmedi diye olayın hafife alınması ve 1 hafta erteleme çok aptalca geliyor bana. 1 hafta ertelendiği zaman o ateş eden veya sokakta birbirini bıçaklayan taraftarlar akıllanacakmış gibi..


Yaramazlık yapan çocuğun elinden oyuncağını almayı bildiğimiz gibi, bu pisliğin temizlenmesi veya törpülenmesi için de ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalı bence..

Yazının girişinde bahsettiğim ortak sevinçlerimizi yaşarken dinimizi, dilimizi, ırkımızı unutmuş, ayrım yapmadan birbirimizi kucaklayıp sarsmıştık. Olması gereken de buydu zaten. Aslında olay "tek devlet tek millet" değil, basit bir şekilde düzgün bir insan olmaktan geçiyordu..

Umarım spor gerçekten bu işi bilen ve seven profesyonellerin eline geçer ve biz "iyi" seyirciler olarak hak ettiğimiz kaliteye bir gün kavuşuruz. 

Yorumlar

  1. Futbolu yöneten takım elbiseli "adam" lardan kurtulup, bu işin öncelikle "oyun" olduğunu hatırlamamız dileğiyle...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder